Arama yaptığınız metin en az 3 karakter olmalıdır.
Örnek: Modernizm, Söyleşi, Mimarlar Konuşuyor

Nord Mimarlık-Tasarım kurucuları Burcu Yücetaş Ural ve Erkan Ural ile ofisin projeleri, Türkiye mimarlık ortamında genç mimar olmak ve mimarın sorumlulukları üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

Ezgi Tezcan: Nord Mimarlık-Tasarım’ın hikayesinden başlayalım istiyorum. Nasıl kuruldu?

Burcu Yücetaş Ural: Mimar Sinan Üniversitesi’nde öğrenciliğimiz devam ederken freelance işler yaparak mimarlık hayatını deneyimlemeye başlamıştık. Ben 2006 yılında mezun oldum, Erkan da 2007. Mezun olduktan hemen sonra birlikte bir mimari proje gerçekleştirdik. Erkan’ın memleketinde, alt katında mağaza ve üst katlarda ofislerin bulunduğu bir projeydi. Onu gerçekleştirdikten sonra kendi işimizi yapma fikrine sıcak bakmaya başladık. Sonrasında ben yüksek lisansa devam ettim. Bu sürede dışarıdan işler almaya devam ettik. Mezun olur olmaz da mimari proje yapabilmenin desteği ve güveniyle kendi ofisimizi kurmaya karar verdik. O zaman bizimle birlikte bir arkadaşımız daha vardı. Halit Can Görgülü ile beraber 2011 yılında Cihangir’de, ofisi resmi olarak açtık diyebiliriz.

Erkan Ural: Kuruluş aşamasında üç kişiydik ve fark ediyorduk ki o güne kadar yaptığımız işlerden alıştığımız kadarıyla ve ilgi alanlarımız doğrultusunda farklılıklarımız vardı. Can okuldaki görevi nedeniyle yarışma ve mimari projeler konusunda kendini biraz daha geliştirmişti, Burcu ürün tasarımı ve iç mekan konularıyla ilgileniyordu, ben de ofisin idare işleri, uygulama ve şantiye kontrolörlüğü ile ağırlıklı olarak ilgileniyordum. Cihangir’de açtığımız ilk ofis, hepsinden parçalar barındırıyordu. İki katlı, dükkan/mağaza olarak işleyebilen bir yer kiralamıştık. Zemin katta ürün tasarımlarımızı sergileyip satışını yapıyorduk, alt katı da ofis olarak kullanıyorduk. Sonra zamanla işler değişti, mimari projeler ağırlık kazanmaya başladı.

Ezgi Tezcan: Genç ofislerin, iç mekan projeleriyle başlayıp yavaş yavaş büyüme şeklinde ilerleyen genel bir çizgisi var. Siz mesleğe bir mimari projeyle başlamışsınız ama akış içinde bu durum sizin için de geçerli mi? Bunun pratiğe etkileri neler sizce?

Erkan Ural: Bizim ilk Salihli’de yaptığımız işin aslında kuruluş sürecimizle dolaylı bir ilişkisi var. Bunu o zaman yaptıysak yine yapabiliriz dememizi sağladı. Biz o projeye 2007’de başladık, 2008’in Mart ayında tamamladık. Sonra İstanbul’a dönüp 2011’e kadar piyasada çalıştık, ufak tefek işler yaptık. Nord Mimarlık-Tasarım tüm bunlardan sonra kuruldu. Önce iç mekan projeleriyle, hatta doğru butik projeler için sadece ürün tasarlayarak işe başladık. Dolayısıyla bahsettiğiniz grafik bizim için de geçerli. Ofis yapısındaki değişiklikler de o grafiğin yansıması aslında. Zamanla projelerin ölçeği büyüdü, mimari projeler sürece dahil oldu ve maalesef ürün tasarımı da arka planda kaldı. Cihangir’deki zamanımızın artık dolduğunu hissedip buraya geçmemiz, Can ile ayrılıp iki kişi devam etmemiz hep kendiliğinden gelişti.

Burcu Yücetaş Ural: Bu süreçte bizim yaptığımız işin kapsamında bir evrilme olduğu gibi ölçekleriyle de ilgili bir evrilme var.

Ezgi Tezcan: Peki bu evrilme nereye doğru gidiyor?

Burcu Yücetaş Ural: Çok bilinçli seçimlerle değil belki ama üst üste koyarak ilerliyoruz. Yurt-konaklama projeleri üzerine giderek deneyim kazanıyoruz. Sosyal sorumluluk projesi kapsamında anaokulu yapıyoruz, ilki uygulandı, şu an üçüncüsünü de projelendirmiş durumdayız ve süreç devam ediyor. Dolayısıyla o konuda bilgi birikimimiz artıyor. İç mekan projelerinde de ağırlıklı olarak ofis projeleri yapıyoruz. İşlev anlamında böyle evrilmeler söz konusu.

Erkan Ural: Ofisi açtığımızda zaten tecrübesizdik, piyasada ismi olan ofislerde uzun süre çalışıp ne yapacağımızı bilerek yola çıkmadık. Diyorduk ki, ne yapacağımızı çok iyi bilmiyoruz ama ne yapmayacağımızı kesinlikle iyi biliyoruz. Aslında hala da bu şekilde devam ediyoruz. Süreci kontrol etmek, küçük bir ofis olduğumuz için daha da zor oluyor. Ama biliyoruz ki kurumsal bir yapıya bürünmek gibi bir derdimiz yok. Küçük veya orta ölçekli olarak kalmayı tercih ediyoruz. Dostane, sevimli bir ofis ortamımız olsun istiyoruz. Çalışanlarımız bizim arkadaşımız, işverenlerimizle ilişkimiz de keza öyle. Yaptığımız işi seviyoruz ve egolara kapılmadan sürdürmek istiyoruz.

Ezgi Tezcan: Peki genç ve küçük bir ofis olarak Türkiye’de mimarlık ortamını nasıl değerlendiriyorsunuz? Ve bu ortamda kendinize biçtiğiniz rol nedir, nasıl bir sorumluluğunuz olduğunu düşünüyorsunuz?

Erkan Ural: Biz de her genç mimar gibi zor şartlarda çalışmaya başladık. Zor şarttan kastım da yakın çevremizde, ailemizde mimar olmadığı için müşteri ilişkileriyle ve eğitimle iç içe yetişmedik. Dolayısıyla gerçekten tırnaklarımızla kazıdık diyebilirim, küçük bir ofis olmamızın en önemli sebebi de bu. Öte yandan Türkiye’de mimarlık yaparken Mimarlar Odası’ndan tutun da yarışmalar sistemine, iş alma zorluğundan maliyetlerini üstlenebilmeye kadar pek çok şeyle mücadele ediyorsunuz. İş bulmakta, bulsanız yapmakta, yapsanız paranızı almakta, paranızı alsanız da bunu doğru kullanabilmekte zorlanıyorsunuz. Ofisi idare etme becerisini kazanmak kolay değil. Ve size bu dönemlerde ne oda arka çıkıyor, hatta bir yarışamaya katılalım diyorsunuz tescil için bir anda geçmişe dönük birikmiş aidatlarınızı talep ediyorlar, haraç gibi onu ödüyorsunuz. Mimarlar Odası’na mimarlıkla ilgili hiçbir şey yapmasanız dahi bunu ödemek zorundasınız. Öte yandan devlet, sen küçük ve genç bir ofissin, iş kuruyorsun sana destek olayım demiyor, bütün vergileri aynen ödemeye devam ediyorsunuz. BSA resmi yazılımlar için sıkıştırıyor. Sonuçta da her taraftan etrafınıza duvarlar örülüyor ve büyümeniz hatta ayakta durabilmeniz zorlaşıyor. Bu şekilde bir sürü arkadaşımız açtıkları ofisleri kapatmak zorunda kaldı. Sistem aslında küçüklerin büyüklere entegre olması ve büyüklerin de daha da büyümesi doğrultusunda işliyor.

Burcu Yücetaş Ural: Biz de kendi adımıza olabildiğinde buna karşı durmaya çalışıyoruz. Bir yandan bu zorlukları yaşarken bir yandan da beşinci senemizin içindeyiz ve ilk başta sahip olduğumuz endişeler ve şimdikiler farklılaşıyor. O zaman nasıl iş buluruz, nasıl yürütürüz kaygıları daha fazlayken şimdi daha iyi sonuçlara nasıl ulaşırız ve ofisimizi nasıl daha iyi kurgularız gibi kaygılarımız var. Çalışma arkadaşlarımızın sorumluluğu var; onların fikirlerini nasıl değerlendireceğimizi, bu fikirlerin projeye nasıl yansıyacağını ve tüm bunların yönetim ve organizasyonunu nasıl kurgulayacağımızı düşünmeye başladık. Bir de, tabi başlarda da dikkat ettiğimiz bir şeydi bu ama iş seçme sorumluluğumuz var. Başlarda ofisin sürdürülebilirliğini de göze alarak daha esnek davranıyorduk ama şu anda çerçevemiz yavaş yavaş daralıyor, belli bir standardımız var.

Erkan Ural: Kolay kolay piyasada kimsenin bilmediği, tamamen ofisi geçindirmek için aldığımız işlerimiz de oluyor. Ne mutlu ki bunların sayısı her geçen gün azalıyor, bir miktar seçme şansına sahibiz eskiye oranla.

Burcu Yücetaş Ural: İçerde Çocuk Var da bu kaygıyla yapılmış bir projeydi bizim için. Aslında bizim düşündüğümüzden çok daha fazla mesai ayırmamız gerekti, böyle küçük bir ofiste sosyal sorumluluk kapsamında proje yapılması çok anlaşılır olmayabilir belki başka bir bakış açısıyla.

Erkan Ural: Evet, onu yapabilme lüksümüz oldu örneğin. İki sene önce böyle bir şansımız yoktu, açık konuşmak gerekirse. Çünkü zaten iki kişiydik, bugünkü gibi bir kadromuz yoktu, ancak elimizdeki işlere yetebiliyorduk. Şimdi hala lüks ama bir miktar daha özgürüz; biz de enerjimizi yarışmaya katılmak yerine böyle bir işte kullanmayı tercih ettik.

Ezgi Tezcan: Peki, İçerde Çocuk Var projesinden hareketle mimarın sorumluluğu nedir noktasına gelirsek, bu konudaki görüşünüz nedir? Mimarın sosyal sorumluluğu olmalı mı?

Burcu Yücetaş Ural: Olmalı mı bilmiyorum ama olsa iyi olur.

Erkan Ural: Ben bu kadar büyük rol biçmiyorum aslına bakarsanız, adlandırmak gibi bir derdimiz de yok. Proje grubunun içinden bir arkadaşımız bu yönde bir ihtiyaçları olduğunu dile getirdi, biz de ilgileniriz dedik. Bakırköy’de tek bir proje olarak başladı. Daha sonra projeye çok ısındık ve devam etme kararı aldık. Çocukluğumuzda izlediğimiz Uçurtmayı Vurmasınlar filmiyle de doğrudan bağ kurduk, çok etkilendik. Bir de şantiye süreçlerine de dahil olarak çocuklarla bilfiil iletişim kurabildik, projeyi daha da benimsedik ve vakfın bir parçası olduk. Elimizden geldiği kadar işin içinde bulunmaya çalışıyoruz. Ama buna büyük büyük isimler vermeye gerek yok.

Burcu Yücetaş Ural: Erkan biraz daha normalleştirmek adına böyle söylüyor ama sadece bir yatırımcı bakış açısıyla, maliyetleri düşük başka bir proje de çıkabilirdi ortaya. Öyle olmasındansa, çocukların bir mimarlık ofisi tarafından tasarlanmış mekanlarda eğitim alıyor almaları daha etkili. Sadece mimarlık gözlüğümüzü takıp çalışmıyoruz, uzmanlar ve pedagoglardan da destek alıyoruz çünkü oradaki çocukların durumu çok farklı. Yaşadıkları ortamdan çok kopmamaları gerekiyor, çünkü ideal bir dünya sunarsanız bu sefer daha travmatik bir sonuca neden olma riski var. Öte yandan da zaten zor durumdalar ve birtakım olanaklara erişebilmeleri gerekiyor. Dolayısıyla bunu mimari süzgeçten geçirerek ortaya koymanın önemli olduğunu düşünüyorum. Mimarın rolünden bu anlamda söz etmek mümkün olabilir. “Mimarlar tasarlıyor” gibi bir ego değil de olması gerekeni gerçekleştirme bilinci diyelim.

Erkan Ural: Özel bir anaokulu yapmakla bir cezaevi içindeki anaokulunu yapmak arasında tasarımcı gözüyle çok ciddi farklar var. Mimarlığın kıymetli olan kısmı da bu tür noktalarda fikir üretmek diyebiliriz.

Ezgi Tezcan: Geri bildirimler alıyor musunuz?

Burcu Yücetaş Ural: Mimar kimliğiyle projenin ele alınması, gardiyanların çocuklarını oraya göndermek istemelerini sağlamış. Kullanıcı geri bildirimi konusunda böyle bir gelişme bizi çok mutlu etti. Normalde gardiyanlar kendi çocuklarının mahkum çocuklarıyla bir araya gelmesini istemezken orada böyle bir etkileşim başlamış.

Erkan Ural: Özellikle Anadolu’da bu talep var. İstanbul’da anaokulu bulmak nispeten daha kolay ama şimdi Sivas’ta yürüttüğümüz projede gardiyanlar “Keşke burası olsa da biz de çocuklarımızı getirsek.” diyorlar. O çocukların sivil hayata dahil olabilmeleri için de çok avantajlı bir durum bu.

Ezgi Tezcan: Son olarak mimarlık alanının dışında tasarımlarınızı besleyen kaynaklar neler?

Burcu Yücetaş Ural: Anaokulu projesine başladığımız dönemde bir bebeğimiz oldu. Şimdi bir buçuk yaşında, adı da Gün. Anne kimliğim ve mimar kimliğim bir araya geldi ve farklı bir yaklaşım çıkarıp tasarımı bu yönde besledi. Onun dışında dinlediğimiz müzik, okuduğumuz kitap, izlediğimiz filmler bir şekilde katkı sağlıyor mesleğimize.

Erkan Ural: Bizim en zorlandığımız şey ofisin ismini koymaktı. Neden Nord Mimarlık-Tasarım? Öncelikle Türkçe yazıldığı gibi okunsun istedik ama öte yandan da Kuzey kültürünü çok seviyoruz. Son dönemde Nordik müzik, tasarım çok popüler oldu, bizim öğrenciliğimizde böyle değildi. Bizim, Nordik tasarımlar yapıyoruz, Kuzey Avrupa geleneğiyle üretim yapıyoruz gibi bir iddiamız da, derdimiz de yok. Üniversite yıllarımızdan bu yana tüm kültürel faaliyetlerde, film festivallerinde vs. Kuzeyli yapımları takip eder olduk, farkında olmadan gelişti bu. İnternet çağıyla beraber aydınlandık da aslında, biz burayı seviyormuşuz dedik. İsim koyarken de böyle oldu. Tabi beslenme anlamında da ciddi katkısı oluyor.

Ürün tasarımı yaptığımız dönemde sinema ve mimarlık ilişkisini inceleyen bir proje de gerçekleştirdik. Bu ilişkiye hep kafa yoruyoruz. Bir Film’in ofis tasarımı ve Pera Sineması’nın iç mekan projesi de bu çerçevede gerçekleştirdik.

Bu Ayın Bülteninden

709a8f5bdbac977cd8a253b316885caa (1)
Proje

Yapay Topoğrafya

Fransa’nın Sissonne kentinde konumlanan Froelicher Lisesi, bölgedeki yeni şehirleşme pratiklerine sürdürülebilir tasarım ilkeleriyle cevap veriyor. Daudre-Vignier & Associes mimarlık ofisinin tasarladığı yapı, yoğun ve dinamik bir eğitim ortamı oluşturuyor ve içinde bulunduğu yeşil doku içinde yeni bir topoğrafya kuruyor.

İncele Angle Right