Arama yaptığınız metin en az 3 karakter olmalıdır.
Örnek: Modernizm, Söyleşi, Mimarlar Konuşuyor

Öğrenmeyi Öğrenme

Mimarlığın sürekli bir öğrenme olduğunu düşünen Motto Mimarlık kurucuları Heves Beşeli ve Onur Özkoç, çokdisiplinli ofis yapılarını ve dönüşen yapma biçimlerini anlattı.

Motto Mimarlık'ın kuruluş hikayesinden ve ofis yapısından başlayalım. Ofis nasıl şekillendi ve mimarlık-mühendislik disiplinlerini içeren yapısında, süreçleri nasıl bir kurgu ile yönetiyorsunuz?

Motto Mimarlık, üretmeye dair heyecanımızı yönlendirdiğimiz bir proje olarak başladı. Yüksek lisans öğrencileri olduğumuz o zamanlarda henüz bir proje almamıştık ve açıkçası iyi bir stratejik planımız da yoktu, daha ziyade iyimser bir heyecan ile çalışmaya başladık. İlk ofisimize taşındığımız ve sadece üç ortak olarak çalıştığımız bu dönemde -belki iyimserliğimizin de etkisiyle- beklediğimizden daha karmaşık ve önemli işler alma şansımız oldu. Özellikle, genç olduğumuz ve yoğun bir ofis tecrübemiz olmadığı için pek çok konuyu en baştan öğrenmek ve yorumlamak zorunda kaldık. Bu pratik bir yönden zorlu ve yorucu bir süreci gerektirdi, fakat aynı zamanda araştırmaya ve sorgulamaya dayalı bir ofis kültürü geliştirmemizde de etkili oldu. Bugün farklı alanlarda uzmanlığa sahip, tecrübeli bir stüdyomuz olmasına rağmen en büyük mesaiyi yine sorgulamaya ve daha iyi çözümler aramaya harcıyoruz.

Mimari pratikte tasarım sürecinin ne kadar önemli olduğunu tekrarlamaya tabii ki gerek yok; fakat bütün bu süreçlerin temelinde üretimin olduğunu da asla unutmamak gerekiyor. Proje aşamasında üretime ortak olan tüm paydaşların iletişimi, projenin tasarlandığı şekliyle gerçekleştirilmesinde hayati önem taşıyor. Bu açıdan, tüm mühendislik ve danışmanlık disiplinlerinin ilk günden itibaren projenin içerisinde olmasına özen gösteriyoruz. Ankara’daki stüdyomuzun bir bölümü MEP tasarımı için ayrılmış durumda ve oradan gelen bilgiler tasarım sürecinde daha özgür kalabilmemiz açısından çok önemli. Farklı bir çözüm aradığımızda vakit kaybetmeden birlikte tartışabiliyor ve fikir paylaşabiliyoruz. Açıkçası bu durum mimarlar açısından tasarım sürecinin konforunu çok artırıyor.

Ölçeği ve programı farklı pek çok projeniz var. Ama bir yandan da yapım aşaması süren sosyal konut tasarımlarınız var. Konut meselesi oldukça tartışmalı bir konu, siz nasıl bir süreç izlediniz?

Konut bir taraftan günün sonunda hepimizin ihtiyaç duyduğu ortak bir kavramken diğer taraftan herkesin kendi kişisel deneyimleri ve beklentileri çerçevesinde yorumladığı, özelleşmiş tanımlar içeriyor. Güncel pratikler her ne kadar belirli trendleri ön plana çıkartsa da, özellikle sosyal konut söz konusu olunca tasarımın daha önemli bir rol üstlendiğine inanıyoruz. Son bir iki yıl içerisinde büyük ölçekli sosyal konut projelerinin içinde yer aldık. Biliyorsunuz, genel anlamda konut projelerinden farklı olarak sosyal konut kavramı kullanıcıyı süreçte daha etkin bir pozisyona getiriyor. Bu anlamda kullanıcıların özel ihtiyaçlarını öğrenerek onlara yönelik çözümler önermek ve sunmak mümkün oluyor.

Blok ölçeğinden farklı olarak kentsel ölçekte daha zengin bir sosyal kurgu çalışmamız mümkün oluyor. Özellikle üst ölçeklerde altyapı ve kentsel servisler tasarım sürecine dahil olduğundan, alışılmış apartman-sokak düzeninden daha farklı modeller önerebiliyoruz. Henüz bu projelerin hepsi hayata geçmedi; fakat şu ana kadar hep olumlu geri dönüşler aldık.Kişilikler ne kadar farklıysa konutlar da o kadar farklı oluyor elbette. Bir projede günde 6 saat kullanılması planlanan teraslar çalışıyorken bir diğerinde zeytin ağaçlarının etrafında biçimlenen, avlulu kurgular önerebiliyoruz. Mimarlık mesleğinin en güzel taraflarından birisi de bu sanıyoruz ki.

Sizce mimarlığın toplumsal rolü ne kadar güçlü günümüzde? Üretilen projelerle toplumsal dönüşümün nasıl parçası olunabilir?

Spiro Kostof, Andrew Saint, Robert Gutman gibi mimarlık mesleğini sosyolojik açıdan ele alan akademisyenlerin meslek tanımlarında önemli bir ortak nokta var: Mimarlık mesleği daima içinde bulunduğu bağlamla ilişkilendirilerek ele alınmalı. Bu açıdan, mimarlığın toplum hayatı üzerinde çok önemli (hatta Gutman’a göre tek başına mimarlara teslim etmek için fazla önemli!) bir rolü olduğu kesin. Öte yandan, yine aynı bakış açısıyla mimarlığın tek başına toplumsal dönüşümü tetiklemesi biraz romantik bir beklenti. İnsanları düşünmeye sevk etmek için yapılan spekülatif projeler de dahil olmak üzere her mimari üretim kaçınılmaz olarak içinde bulunduğu bağlamdan etkileniyor. Dolayısıyla, gerçek anlamda bir toplumsal dönüşümden bahsedebilmek için mimarlığın her aşamasında birlikte olduğu paydaşlarıyla birlikte hareket etmesi gerekli. Toplumun ihtiyaçlarının dönüştüğü noktada kullanıcılar zaten mekanı yeniden anlamlandırarak şekillendiriyorlar. İçinde yaşadığımız çoklu kişilikli şehir apartmanlarını da aslında bunun önemli bir örneği olarak ele alabiliriz.

Hemen hemen her işlevin dijital ortama taşınabildiği günümüzde mimarlığın toplum hayatına nasıl etki edeceği çok heyecan verici bir konu. Özellikle mimarlığın kaçınılmaz olarak sanal ortamla aynı hızda dönüşemediğini düşünürsek değişen toplumsal ihtiyaçları erken okumak mimarlar olarak mesleki rolümüz açısından çok önemli bir hale geliyor. Kulağa biraz karamsar gelebilir; ama biz burada mimarlığın dönüşümün araçlarından biri olduğunu, fakat asla otonom davranamayacağını ve daima dönüşümün arkasındaki güçlü pratiklerle birlikte hareket etmesi gerektiğine inanıyoruz.Burada tabii ki mimarlığın bir güç veya reklam imgesi olarak kullanılmasından ziyade, toplumun yaşayış biçimine olan etkisini dikkate alıyoruz. Yoksa mimarlık tarih boyunca olduğu gibi, etkili bir propaganda aracı olarak kullanılabiliyor elbette.

Mimarlık eğitimi ve profesyonel yaşam arasında nasıl bir ilişki var sizce? Bu iki alanın birbirine yaklaşması için atılacak adımlar neler olabilir?

Farklı mimarlık okullarında hocalarımızın sıklıkla gündeme getirdiği konu, mimarlık eğitiminde stüdyo ile teknik ve teorik derslerin yeterince bütünleşemiyor olması. Mimarlığın önemli bir parçası olan teknik pratikler tasarımdan ayrı algılandığında eğitim de profesyonel hayattan kaçınılmaz olarak kopuyor. Bu konuda farklı okulların farklı yaklaşımları var elbette, uzun süreli profesyonel stajlar, birbiriyle koordineli yürütülen stüdyolar veya mezuniyetten sonra iş hayatında öğrenilmesi düşüncesiyle mezuniyet sonrasına bırakılan bir sürekli eğitim süreci örnek verilebilir. Bizim düşüncemiz, bu noktada öğrenciler arasında disiplinlerarası iletişimin artırılması ve proje süreçlerinin ortak yürütülmesinin önemli bir fark yaratacağı yönünde. Özellikle endüstriyel üretimde bir taraftan profesyonel uzmanlıklar gittikçe özelleşirken, diğer taraftan da özelleşmiş uzmanlıklar arası işbirliği önem kazanıyor. Mimarlığın da bu anlamda kendi bilgi alanını başka disiplinlerle yürütülen ortak çalışmalar üzerinden tamamlayabilir hale gelmesi şart ve bu dönüşümün öğrencilikte başlaması çok daha anlamlı. Mimarlık eğitimi “öğrenmeyi öğrenmek” temeli üzerine kurulu olduğu için böyle bir dönüşümde diğer disiplinler kadar zorlanmayacağımızı düşünüyoruz.

Son olarak bugünün üretim koşulları altında mimarlık ortamını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bizi nasıl bir yapılı çevre bekliyor ve siz bu noktada nasıl bir pozisyon ediniyorsunuz / edinmek istiyorsunuz?

Judith Blau, ABD mimarlık ofisleri özelinde yaptığı araştırmada mimarların zamanlarının %90’ını tasarımla ilgili olmayan rutin işler için harcadıklarını anlatıyor. Bu yüzde pek çok mimara abartılı gelebilir; fakat konvansiyonel pratikte liste hazırlamak, çizim güncellemek gibi birçok rutin işin çok önemli bir zaman aralığını kapladığı da bir gerçek. Bu rutin işleri yazılımlara bırakabilmek, tasarıma ayırabilecek çok daha fazla zamanımız kalacağı anlamına geliyor.Tabii bu noktada artık tasarım yapmak için çok daha fazla bilgiye çok daha erken ulaşabildiğimiz gerçeği var. Bir tasarımın daha ilk aşamalarında yapının hem fiziksel hem de sosyal bağlamıyla ilgili yoğun bir bilgi ağına ulaşabiliyoruz. Bu da pek çok sorunla erken yüzleşmemizi, tasarımı çok boyutlu ele alabilmemizi sağlıyor.

Her iki noktada da ileride daha nitelikli yapılı çevrelerde yaşayacağımızı düşünüyoruz. Hem rutin işlerin yazılımlar aracılığıyla yürütülmesi, hem de mimarlığın ulaşabildiği gelişkin bilgi seti mimarlık pratiğinin odağına tasarım becerisini yerleştiriyor. Yakın gelecekte tasarım kalitesinin belki de daha önce olmadığı kadar önemli bir pozisyona geleceğini, mimari pratikte en önemli rekabet alanının da bu olacağını düşünüyoruz. Bu açıdan biz de üretim olanaklarına ve bilgi setlerine hakim olarak çok yönlü çözümler üretebilmek için ekstra bir çaba gösteriyoruz.

Bu Ayın Bülteninden

0bd4f59c3e83d8edc4d142765ee38b9f (1)
Proje

Serbest Keşif

DL Atelier tarafından Çin’de gerçekleştirilen Sanbao Sanat Müzesi, içine yerleştiği bölgenin malzemelerini ziyaretçilere farklı deneyimler yaşatmak üzere bir araya getiriyor.

İncele Angle Right
dc03db23d30858dd5cb7034cc57308ff
Söyleşi

Türk Serbest Mimarlar Derneği’nin 30 Yılı

“Hak etmediğimiz bir biçimde mesleğimiz değer kaybediyor. Mimarlığın toplum nezdindeki gücü geçmiş yıllara göre azalıyor.” Aytek İtez Celal Abdi Güzer’in konuğu olan Yeşim Hatırlı, İlhan Selim Kural, Coşkun Erkal, Yurdanur Sepkin, Şükrü Ünal ve Aytek İtez TSMD’nin kuruluşunu ve bugüne kadar geçen 30 yılı anlattı.

İncele Angle Right
a43a3e6fbab14c2134a4f311c6174960
Haber

Füreya

Kale Grubu 60. yılını kutlarken Türkiye’de çağdaş seramik üreten ilk sanatçılardan biri olan Füreya Koral’ı anlama ve anlatma isteğiyle üretimlerini ve hayat hikayesini Füreya Retrospektifi’nde bir araya getiriyor.

İncele Angle Right
2b28495b2c573ca46cd5fd4f74269a0c
Haber

Dijital Ortamda Mimarlık Pratikleri

Mimarlığın dijital teknolojiyle birlikte geçirdiği dönüşümünün ve yeni üretim biçimlerinin tartışıldığı “Mimarlık ve… Dijital Üretim” panelinde Sinan Demir, Efe Gözen, Gökhan Karakuş ve Deniz Tümerdem deneyimlerini aktardılar.

İncele Angle Right