Károly Aliotti, Nilüfer Şaşmazer ve Farah Aksoy küratörlüğünde gerçekleşen sergi, Füreya’nın sanatıyla hayata tutunma hikayesini üretim sürecindeki kırılmalar ve akışla anlatıyor. İlk sanatsal çalışmalarına 1947’de, 40 yaşındayken, tedavi görmek üzere yattığı İsviçre’deki bir sanatoryumda, teyzeleri Fahrelnissa Zeid ve Aliye Berger’in ısrarlarıyla başlayan Füreya, tedavisinin ardından Paris’te seramik üzerine yoğunlaşıyor ve burada çeşitli atölyelerde çalışıyor. Bu geçiş Akaretler’deki galerinin farklı odalarında yansıtılıyor, sanatoryumda bulunduğu dönemde çizdiği desenleri Paris’te yaptığı litografiler izliyor.
Özgürlüğe ve doğaya tutkun olan Füreya’nın bu tutkusu üretimlerine de yansıyor. Seramik tabaklarını kuş motifleriyle beziyor. Her şeyden önce üretimlerinin yüksek sanat” olarak görülmesine ve sanatın müzelere “hapsedilmesine” karşı çıkıyor ve “İstiyorum ki yaptığım çini tabakta en fakir ev yemek yesin. Benim çinilerim herkesin olsun.” diyor. Füreya, çini geleneğinden aldığı ilhamla seramik ve mimari işbirliğine de üretimleriyle yeni bir boyut kazandırıyor. Sanatın kamusallığına yaptığı vurgu, büyük dış mekan panolarında fizikselleşiyor.
Sergi hazırlanırken Füreya Koral sanatçı olarak kimdir, ailesiyle ilişkisi nasıldır, nereden yola çıktı, nerelere gelebildi, nelerden beslendi soruları sürekli tekrarlanmış, bu sayede sanatçı bir ailenin yansımalarından çok Füreya’nın kendini gerçekleştirme öyküsüne odaklanılmış.