Arama yaptığınız metin en az 3 karakter olmalıdır.
Örnek: Modernizm, Söyleşi, Mimarlar Konuşuyor

AUF Studio ortakları Can Dinçer ve Pınar Gülpınar ile gerçekleştirdiğimiz söyleşide mesleki deneyimleri, iş hayatına yönelik görüşleri üzerine konuştuk.

Ezgi Tezcan: İlk olarak ofisinizin kuruluş hikayesini anlatır mısınız?

Can Dinçer: Yıllarca farklı ofislerde çalıştık: EAA’ da üç buçuk yıl kadar çalıştım ardından da Teğet Mimarlık’ da bir yıl kadar devam ettim. Bu süreçte Bursa’da bir fabrika projesi geldi ve bunu bir fırsat olarak değerlendirmek istedim. Ofiste çalışırken akşamları da fabrika projesini çiziyordum fakat işler yetişemeyeceğim duruma gelmeye başlamıştı. Bu durumu Mehmet Kütükçüoğlu ile de görüştüm ve bunun hayatımda yeni kanallar açacağına karar verdim. Kendisi bana ciddi anlamada destek oldu. Fabrika projesinin süreci bir yıl kadar devam edip sona yaklaştığımız dönemde ne yazık ki bazı durumlardan dolayı iptal olmak zorunda kaldı. Ancak devamında ufak tefek işler gelmeye başladı. Şu an için Bursa’da devam ettiğimiz bir villa ve orta ölçekli bir ofis projesi var. Vakit buldukça yarışma disiplininden de kopmamaya çalışıyoruz.

Pınar Gülpınar: Ben de Tabanlıoğlu Mimarlık, Adnan Kazmaoğlu ve Ahmet Alataş ile çalıştıktan sonra kendim bir şeyler yapmaya karar vermiştim. O dönemde Can ile yarışmalara girmeye karar verdik, daha sonra yarışma ortaklığı iş ortaklığına dönüştü, bir buçuk yıldır da işleri birlikte devam ettiriyoruz. Kendi işinizi yapmak aslında çok zor bir şey değil, sonuçta oturabileceğiniz bir masa ve bilgisayarınız yanınızda olunca her yerde çalışabilirsiniz. Sanırım asıl önemli olan iş alabilmek. Bizim de bu süreçte hem şansımız yaver gitti hem de iyi ilişkilerimiz varmış diyebilirim. İstanbul’da pek iş yapma şansımız olmadı, şantiyelerimiz hep şehir dışındaydı bu yüzden sürekli seyahat halindeyiz. Bu durum maalesef yarışmaları ikinci plana atmamıza sebep oldu. En son Sivas Kızılırmak Köprüsü için açılan ulusal yarışmaya katıldık ve satın alma ödülü aldık. Bu ödül bizim yarışmalara yeniden girmemiz açısından iyi bir motivasyon oldu. Yarışmalar, tasarımdan sunuma kadar en özgür olduğumuz alan dolayısıyla yarışma disiplininden mümkün olduğunca ayrı kalmak istemiyoruz.

Ezgi Tezcan: Yarışmalar konusunda hızlı üretim ve sürekli tekrara düşülmesine yönelik çok eleştiri var. Sizin bu konudaki görüşünüz ne?

Can Dinçer: Yarışma projelerini sıklıkla inceliyoruz, eski yarışmalarda hangi ekipler ne gibi işler yapmış, konulara nasıl yaklaşmış diye araştırıyoruz. Ne yazık ki kendini tekrar eden projelere ve yarışmalarda ödül almış ekiplerin, ödül alan projelerindeki yaklaşımlarını başka projelerinde de kopyaladıklarına tanık oluyoruz. Açıkçası bu durumu mimari anlamda çok problemli bulduğumuzu söyleyebilirim. Tasarımın kurduğunuz bağlama, yerine ve sosyokültürel değerlere uygun olması gerektiği görüşündeyiz. Bu düşünce biçimi de zaten sizi her yarışmada veya karşılaştığınız farklı tasarım konularında, özgün işler yapmaya itiyor.

Pınar Gülpınar: Sanırım daha önce ödül kazanmış şablonlar üzerinden gitmek, hem zaman açısından hem de sonuca yönelik avantaj sağlamasından dolayı tercih ediliyor ama mimari platformlarda projeler incelendiğinde, özgün bir fikir ortaya koyan projelerin her zaman daha çok takdir topladığını, üzerinde daha çok tartışıldığını görüyoruz. Hızlı üretim ve buna bağlı olarak hızlı tüketim sadece mimarlığın değil sanırım toplumun en büyük sorunlarından biri, talep bu yönde olunca, belirlenen sürelerde proje üretmek işin kalitesini düşürüyor. Sadece yarışmalarda değil, işverenlerle çalıştığımızda da teslim süresi genellikle problem oluyor. Yani, üç gün içinde konsept proje sunumunu hazırlamak mümkün mü? Ama isteniyor.

Can Dinçer: Kesinlikle katılıyorum ve bu bağlamda işverenlerin düşünce yapısını değiştirmesi gerektiğini düşünüyorum. Tasarımın olgunlaşması ve inceltilmesi için gerekli olan sürenin mimari ofislere tanınması gerekiyor. Aksi takdirde her yerde gördüğümüz niteliksiz, mimari kaygıdan yoksun işlerin hayata geçmesi kaçınılamaz oluyor.

Ezgi Tezcan: Ofisinizi kurarken tahmin etmediğiniz, beklenmedik durumlarla karşılaştınız mı?

Can Dinçer: Sanıyorum ki, mimari ofislerde çalışan her mimar, “Keşke benim de böyle bir ofisim olsa” diye içinden geçirmiştir. Ancak hiçbirimizin ofisin kuruluş ve devam ettirilme süreçlerinde nasıl zorluklarla karşılaşacağımıza dair bir fikri olmuyor. Ofis nasıl döner, işler nasıl alınır hiçbirimiz bilmiyoruz. Genelde bizler masa başında oturup proje mimarları olarak işimize devam ediyoruz; pek çoğumuz çizmekte olduğumuz projenin şantiyesini bile görmüyor. Sıfırdan kendi işinizi yapmak için piyasaya atıldığınız zaman sahayı daha iyi kavrıyorsunuz. Çizdiğiniz detayların imalatçılar tarafından uygulanabilirliği, tasarladığınız işin takibi ve piyasada nitelikli ustaların bulunamaması gibi konularla boğuşmak zorunda kalıyorsunuz. Ayrıca üzerinize yapışan sözüm ona genç mimar sıfatından sıyrılıp, işverene mimari yetkinliğinizi kabul ettirme çabanız da cabası.

Pınar Gülpınar: Yıllarca ofisten çıkmadan çalıştıktan sonra ben de Can’a eşlik ederek şantiye konusunda tecrübe kazanmaya başladım. İlk şantiyemiz de Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesindeki bir otel projesiydi. Coğrafya da insan ilişkileri de çok farklıydı, o proje olmasaydı herhalde yolum Elbistan’a hiç düşmezdi.

Ezgi Tezcan: Genç bir ofis olarak mimarlık ortamını nasıl değerlendiriyorsunuz ve bu ortamın aktörleri olarak geleceğe yönelik nasıl bir pozisyon alıyorsunuz peki?

Pınar Gülpınar: Öncelikle biz dünya görüşü olarak eşitliğe inanıyoruz. Bir gün ofisimizi büyütme imkanımız olursa, çalışanlarımıza iyi ve eşit şartlar sunmak öncelikli hedefimiz. Şu anda iki kişiyiz, otuz kişi olsak dahi herkesin hem maddi hem manevi açıdan mutlu olduğu bir ortam kurmak bizim için çok önemli. İstanbul’ da yaşamak çok zor. Çok çalışıp kazanılan, fakülteyi bitirmek için daha da çok çalışılması gereken mimarlık bölümünden mezun olduktan sonra genç mimarların “en azından” geçim derdi olmadan hayatlarını idame ettirebilmeleri gerektiğini düşünüyorum. Bunun için de, işveren mimarların çalışanlarıyla daha çok empati kurmaları gerektiği kanısındayım. Bunun dışında mesleki olarak dünyada olan biteni sürekli takip halindeyiz. Düşük maliyetlerle, gereksiz zorlamalara girmeden, abartıdan kaçınarak da mimarlık yapmanın mümkün olduğunu görüyoruz ve doğrusunun bu olduğunu düşünüyoruz. Ama sanırım iş, pazarlama kısmına geldiğinde bu bahsettiklerimiz pek tercih edilmiyor. Sanırım Türk insanının genlerinde her zaman daha büyüğün, daha gösterişlinin daha kaliteli olduğuna dair bir kod var. Açıkçası bu bizi rahatsız ediyor. Daha temiz, daha sakin işler yapmak ve bunu mümkün olduğunca yaygınlaştırmak, derdimizi anlatabilmek istiyoruz.

Can Dinçer: Mimarlık ortamını hem yapılan mimari işler bakımından hem de mimari ofislerdeki çalışma ortamları bakımından problemli buluyorum. Mimarlar özünde rahat ve bir o kadar da eğlenceli insanlardır. Dolayısıyla bizim de mimarlar olarak birinci önceliğimiz, özümüze dönerek, keyifli ve eğlenceli bir çalışma ortamı yaratmak olmalı. Herkesin kısık sesle konuştuğu, müzik çalmayan, ofis dışında işiniz olduğunda izin almak için kılı kırk yardığınız bir ortamda mimarın özgün ve sağlıklı bir tasarım yapması ne kadar kolay olabilir ki? Şirket sahibi mimarların para kazanma hırsı işin tadını kaçırıyor bence. Paylaşımcı ve eğlenceli bir ofis ortamı yaratmanın bu kadar zor olabileceği kanısında değilim.

Ezgi Tezcan: Kenti kuran aktörler olarak, kentle olan deneyiminizi nasıl tarifliyorsunuz peki? Ev ve iş rotası dışında kente dahil olma imkanınız oluyor mu?

Can Dinçer: İstanbul’ un ne yazık ki çarpık kentleşme açısından çok iyi (!) bir örnek olduğunu düşünüyorum. Bu şehrin, sosyolojik ve kültürel açıdan çok önemli yapıları bünyesinde bulundurmasına rağmen, günümüz modern mimarisinin insan ölçeğiyle kurduğu ilişki ve sosyal mekan gereksinimleri açısından sınıfta kalmış olduğunun kanaatindeyim. Yeni nesil mimarlara, yani bizlere, çok ciddi sorumluluk düştüğünün farkındayız. Kentten beslenme ve ilham alma açısından öncelikli olarak bu konuyu içselleştirip bu bağlamda tasarım yaklaşımları geliştirmek gerektiğini düşünüyorum. Ancak bu yolla, batı kentlerindeki eski ve modern yapılaşmaların birbiriyle kurduğu o “görgülü kompozisyonu” yakalayabileceğimizi düşünüyorum.

Pınar Gülpınar: Aslında kendi adıma kentle deneyim kurma açısından yetersiz kaldığım düşüncesindeyim. İşten arda kalan vaktimin çoğunu Beyoğlu-Karaköy-Beşiktaş üçgeninden fazla dışarı çıkmadan geçiriyorum. Bunların haricinde Anadolu Yakası’nda yeşil alan - deniz ilişkisi sanırım İstanbul’un en cazip tarafı. İstanbul dışı olsa da, doğup büyüdüğüm mahalle olan Edirne-Kaleiçi hem sivil mimarlık örnekleri hem de kentsel planlamasıyla benim için her zaman ayrı bir konumdadır.

Bu Ayın Bülteninden

718149ab205a16b09524af9799d67ac3 (1)
Proje

Dinginlik Biçimleri

Almanya'nın Biberach şehrinde konumlanan Jordanbad sauna tesisi, Jeschke Architektur & Planung tarafından yenilendi. Tasarım, yapıya eklenmesi muhtemel yeni uzantılarla birlikte ilerleyen dönemlerde genişlemeye açık bir kurguya sahip. Mekanı gün geçtikçe büyüyen ziyaretçi sayısına cevap verecek cezbedici imkanlarla donatmak ve bu katmanlaşmayı sürekli kılmak projenin çıkış noktasını oluşturuyor.

İncele Angle Right